YİĞİT KARAAHMET'İN ŞAHANE HAYATI

Yiğit'in adını ilk duyduğumda açıkçası yanında bolca nefret sosuyla birlikte gelmişti. Bir insandan böylesine bir nefretle bahsediliyorsa, insanın içi merakla dolup taşıyor. Sonra gösterin bakiim şunu dediğimde, e ben bunu biliyorum oldu tepkim. Gerçi sen ben bizim oğlan bir hayatın içinde cebelleşirken, hemen herkesi ucundan kıyısından biliyor insan.

Sonra Akşam'daki yazılarını takip etmeye başladım ve ondan neden bu kadar nefret edildiğini tüm gerçekliğiyle kavrayıverdim. Keskin gözlem yeteneği ve sivri diliyle "Wanna-B" şahsiyetlerimizle, üstelik hayatın kendisiyle fena halde dalga geçiyordu. Terbiyesiz sayılan bir sivrilikle dilini her şeye uzatıyordu. Kimselerin dil uzatamayacağı kişilere, yerlere, olaylara dair çok keskin şeyler söylüyordu. Ve ben çok ama çok eğleniyordum.

O yüzden kitabın çıkacağını duyduğumda heyecanlandım. Gerçi kitabı bulmak için birkaç D&R, birkaç Nezih ve bilumum kitapçı talan etmem, ortalığı ayağa kaldırmam gerekti ama neyse ki sonunda Profilo D&R'da, görevli çocuk istediğim kitabı aramak için şaşkın şaşkın (biraz da bön bön) bakarken, kitabı bulan yine ben oldum. Neyse günahını almayayım, çocukcağız 2 gündür dükkanda değilmiş, ben de yayın evinin dağıtım zaafına verip fazla üzerine gitmedim.

Tahmin ettiğim gibi Yiğit Karaahmet'in Şahane Hayatı, daha önceki yazılarından bir derleme. Çoğunu daha önce okumuş olsam da yine kıkırdamadan edemedim. Defileye giderken yaşadığı taksi macerasını okuduğumdan beri, ne zaman kavun kokan bir taksiye binsem kıkırdarım hala. Pülümür plajı kitabın kapağında haklı yerini bulmuş, buna da çok kıkırdamıştım. Giriş yazısında Çağla Şikel'in telefon numarası, hazırcevaplılığının en büyük örneklerinden biri bence. Bununla birlikte yazılar eski, ama Yiğit'in sonlarına düştüğü güncel notlar da kitabın eğlencesini artırıyor. Hele kitabın arka kapağında "canı yananlardan" alıntı yapılması çok daha fettanca.

Bütün yazıları iyi mi? Tartışılır. Muhteşem bir Türkçe mi? Dil iyi, ama kitap imla hatalarıyla dolu. Üstelik bazen sayfalar boyunca kendisinin de yazarken ne kadar sıkıldığını, zorlama yazdığını anlıyoruz. Ama o zaten tembel olduğunu, zorlamaya gelemediğini, hayatı bildiği gibi yaşamak istediğini en başından itiraf ediyor. Yani aslında o da bir "Wanna-B"; but then again aren't we all...

Gelelim ilk meseleye... Bir insandan niye bu kadar nefret edilir? Hayatı bildiğimiz anlamda ciddiye almadığı için gizliden gizliye kıskançlık duyuyor olabilir miyiz? Yoksa sebep sadece sivri dili mi? Medya dünyasının starlarına uzattığı dili hepimizin bildiği şeyleri söylemiyor mu? Diyelim ki abartıyor (ki Kemal Doğulu konusunda çok abarttığını, kolay lokmacılık yaptığını düşünüyorum) bu abartıyı tolore edemeyecek kadar kendimize güvenmiyor muyuz? Niye gülüp geçemiyoruz? Bir gün bizim de açığımız yakalanır diye hayatın şahaneliğini es mi geçeceğiz?

Yiğit'in gözünden okuduğum fettan hayatın, şapşahane olduğunu düşünüyorum. Umarım hayal ettiği köşesine en kısa sürede kavuşur da yıldızların şatifillerini, şımbıllarını, sahte ışıltılarını biraz olsun törpüler, böylece daha sahici, daha eğlenceli, biraz daha pervasız bakarız şahane hayatlarımıza...

Yorumlar

  1. mutluluğu arayan bir kelebek o, ararken herkesin burnu b.ka batıp çıkabilir dii mi?

    YanıtlaSil
  2. pdf i düşse de okusak.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder