PHUKET 1. GÜN

Atatürk havalimanından Etihad ile Abu Dhabi'ye uçarken seyrettiğim (ve kahkahayla karışık inlemelerimle bütün uçağı inlettiğim) Due Date filmi haricinde bir ara batan güneşin ufukta yanan bir çizgi oluşturması dışında başka bir şey dikkatimi çekmedi. Ha bir de Abu Dhabi, yukarıdan CityVille'in karanlıkta parlayan haline benziyor. Bangkok'a inerken de şafak ufukta öyle bir artistlik yapmaya çalıştı ama hava bulutlu olduğu için yemedi.

Neyse zamanın birbirine karıştığı 3 aktarmanın ardından Phuket'e vardık.


Bangkok havalimanı ülkenin tüm özelliklerini barındırıyor. Batı eğitimi almış Kral Bhumibol Adulyadej'in de etkisi olduğunu düşündüğüm bir modernlik ve trendlere uyma çabası var. Yani kökler korunmuş ve bu köklere dayanarak modern Tayland bilinçli bir şekilde markalaşmış. Mesela bunun izlerini havalimanındaki reklam panolarından da anlıyorsunuz; karbondioksit ayak izi az olan bir sürü ürün, hibrit arabalar bütün panoları doldurmuş. Kralın özenle çekilmiş propaganda filmleri de digiboardlarda sürekli dönüyor, gelen turistler böyle karşılanıyor. Havalimanının hemen giriş kapısının üzerinde de devasa bir Kral reklamı var. Zaten bütün sokaklarda en azından bir posteri asılı.


Bununla birlikte Budist Tayların ibadet düşkünlüğü, havalimanında da kendisini gösteriyor. Hem hemen her köşede küçüklü büyüklü sunaklar var, hem de Tayların efsanevi kahramanlarının devasa heykelleri dikilmiş. RTE görse, bu ne be der mi der! Neyse ki elin yaptığı onun daha çok hoşuna gidiyor. Neyse konuyu fazla dağıtmayalım. Yine reklam panolarında Tayların inançlarına düşkünlüğü de yansımış durumda.


Ama havalimanı ihtişamlı göründüğü kadar ihtişamlı çalışmıyor. Dış hatlardan iç hatlara geçip check-in yapana kadar anamız ağladı desem yeri var. Air Asia'nın kırmızı deri koltuklarıyla sonunda Phuket'in küçük havalimanına geldik ve Hey Travel Trend'in bizim için ayarladığı transfer elemanları tarafından sevgiyle karşılandık.


Gerçi adını defalarca söylettiğim halde bir türlü hatırlayamadığım kızcağız, fotoğraf çekmek için harekete geçtiğimde hemen sırtını dönüp kendi içine kapandı, ama elindeki kağıtla poz vermesini isteyince, bahanenin güzelliğini hemen kabullenip bu güzel pozu verdi.

Bu insanlar inançlarının da etkisiyle inanılmaz iyi huylu, güler yüzlü ve utangaçlar. Yani çoğu öyle. Konuşurlarken bile sanki kendi kendilerine mırıldanıyorlarmış gibi bir halleri var. Ama havalimanının pek de fena olmayan klimalı ortamından dışarı çıktığımızda adını hatırlayamadığım kızcağızla birlikte bizi bir hamam sıcağı da karşıladı. Zaten tam öğle vakti inmişiz Phuket'e, üstüne bir de hava bulutlu. Nefes alamıyoruz neredeyse. Hemen transfer için gönderilen süper klimalı arabamıza atlıyoruz. Şoförümüz Mr. Chan. :)))

(Buraya video girecek arkadaşlar. Youtube bir türlü proses edemedi :P. Hallolunca yüklerim.)

Mr. Chan da tipik bir Tay insanı. Güler yüzlü, cana yakın, utangaç... Hemen bizim için hazırladığı programı ve gerekli bilgilerle telefonların yazılı kağıtları bize uzattı. Yol boyunca da ondan shundan bundan bahsettik. Tabii dilimiz döndüğünce. 

Otele varıp check-in işlemine başladığımızda resepsiyondaki hanım kızımız, biraz daha cevval çıktı. Kayıtlar yapıldıktan sonra kırık dökük İngilizce'yle bizi bilgilendirmeye başladı. Odamızda her gün otelin logosu olan 2 şişe su bırakılacaktı, aynı zamanda kahve ve çay otelin ikramıydı, ammaaaa... Otelden çıkardığımız havluyu kaybedersek, internete bağlanmak istersek, hatta odaya birini atarsak... her birinin sonuna şu itirazı ekliyordu: "It iz nat filii" idi ve çok netti. Taylar da Çinliler gibi "r" harfini söyleyemiyorlar ve bana sorarsanız çok şeker oluyorlar, ama günün lafı ödülünü resepsiyondaki hanım kızımız aldı. "İt iz nat filii"

Her neyse, iki ellerini birleştirip saygıyla eğilişerek (gün içinde masaja çağıranlara da aynı hareketi yaparak nezaketimi gösterdim) herkesle vedalaşıp golf arabalarıyla odamıza götürülüyoruz. Odamız eh işte, idare eder konforunda, ama yemyeşil bir bahçeye bakıyor, envai çeşit yeşil var ve bahçe çok bakımlı.

Biraz dinlendikten sonra Patong'u gezmeye çıkıyoruz. Phuket adasının en canlı yeri olan Patong'da otelimiz. Hava hala sıcak, şortlar ve tişörtlerle yola koyuluyoruz. Mr. Chan bize güzergahı söyledi çünkü. Otelden çıkar çıkmaz bir gözlük dükkanı görüyorum. Okuduğum yüzlerce yazının %99'u alışveriş yaparken pazarlık yapılması gerektiğini söylüyordu, beni de en çok bu kısmı kasıyordu, çünkü ben pazarlıkta dünyanın en beceriksizi seçilebilirim. Gözlüklere bakarken de nasıl pazarlık yapacağımı düşünerek geriliyorum ve bir gözlüğü beğenip fiyatını soruyorum. Çocuk dil bilmediği için hesap makinesinde 800 baht olduğunu gösteriyor. Hiç düşünmeden dört parmağımı gösteriyorum ve çocuk peki diyor... 0.o 2 parmak işareti gösterseydim, ona da peki der miydi merak ediyorum şimdi. Velhasılı kelam 400 bahta çakma bir markanın güzel bir modeline sahip oluyorum (yani 12 dolar falan).


Güvenimiz yerine geldi ya bu sefer yolda flip flop terlik görüp beğeniyorum. Satıcı çocuk 350 diyor, ben 200 diyorum, bu seferki biraz daha kurt, 300 diyor, 200 diyorum, kurtluğa devam ediyor, 250 diyor, ama ben azimliyim ve 200'e terlikleri alıyorum. :))) Bir kendimle gurur duyma hali sormayın...

Aaa... Burger King burada da varmış!!! :P
Sonra devam ediyoruz yolumuza. Geceleri İstiklal Caddesine dönen "Walking Road" caddesine göz atıyoruz. İnanılmaz bir keşmekeşlik, inanılmaz bir şatafat, hepsi iç içe. Bir de elektrik tellerini hesaba katın. Acayip bir görüntü.



Burada herkes motosiklet kiralıyor. Caddeler, sokaklar, her yer vızır vızır motosikletle dolaşanlarla dolu. Benim öyle bir derdim yok. Yürüyeceğim, sağlıklı Tay yemekleriyle biraz kilo vereceğim. 

Tom Mam bişey bişey çorbası... Zencefil, karides, mantar, soğan, içinde yok yok...

Zaten Patong'un uçsuz bucaksız gibi görünen plajına indiğimizde de akşam üstü güneşinde koşanları görüyorum, canım çekiyor. Ama bugün sadece suyun tadına bakmakla yetindim. Tadı diyorum, çünkü öyle böyle değil. Kum zaten ince olduğu halde sert, su ise tam bir thalasso terapi... Ilık, tuzlu ve mıyıl mıyıl. 6 yıl önce buraların tsunamiyle tarumar olduğuna dair hiçbir işaret yok. Çıkasım gelmiyor sudan, o kadar güzel yani... 



Güneş batmak üzereyken bir ara kumun üzerinde uyuyakalmışım. 48 saattir neredeyse toplamda 2-3 saat uyumuşumdur. İyi geldi, ama her an bir şeyleri kaçıracakmışım duygusuyla son 6 aydır tuhaf bir zombi halindeyim. Şimdi burada saat 22.15... Orada saatin kaç olduğu hiç umurumda değil sanırım. Birazdan otelin welcome drink ikramıyla geceye başlayıp, Walking Road'da geceleri neler oluyormuş, şöyle bir göz atacağız. Yarına allah kerim ;)

Takip etmeye devam edin... Daha Phuket'teyim 7 gün, bunun Pattaya'sı var, 2 Nights in Bangkok'u var ;)))

Yorumlar

Yorum Gönder