PHUKET 7. GÜN: MAYMUN İŞTAHI, SEVGİLİLER GÜNÜ VE PHI PHI ADALARI


Yıllardır her sene mutlaka en az bir kez Olympos’a gitmeye çalışırım. Özgür hissederim kendimi orada. Coşarım. Aynı şey Patong için de geçerli. Dünyanın neresinden olursanız olun, Patong’da kendinizi oraya “ait” hissediyorsunuz.

7. günümüzün programı Phi Phi (Pi Pi diye okunur) adalarına tur. Adaları diyorum çünkü bir takımadadan bahsediyorum. İrili ufaklı bir sürü Phi Phi adası var. Transfer aracı sabah 7.30’da gelecek diye 5’te yattığımız halde 6.30’da uyanıyoruz. Gözlerimiz kapalı, kanımızda hala alkol, kahvaltılarımızı yapıyoruz ve hazırlanıp lobiye geçiyoruz. Hazırlanmak da şu; mayonu giy, üzerine şortunu ve tişörtünü giy, ayaklarına flip-flop geçir, havlunu ya da sarongunu al, güneş gözlüğünü tak, yanına 500 Baht al, fotoğraf makineni de unutma… İşte bu kadar.

Amma velakin saat 8 oluyor, transfer aracımız bir türlü gelmiyor. Lobinin önü farklı turlara giden insanlarla dolu. Her gelen araca elimdeki voucher’ı gösteriyorum, ama hayır, bizimki değil. Üstelik hemen dibimizde çekirdek bir Türk ailesi var, kahvaltıda da görmüştük onları: baba, anne, kız çocuk, oğlan çocuk. Oğlan çocuk en fazla iki yaşında olmasına rağmen boru gibi bir sesi var ve konuşmayı (zırlamayı) çok seviyor. Memleket hasretimizi böylece gidermiş oluyoruz. Neyse ki klimalı bir sedanla çekip gidiyorlar.

Saat 8.30’da nereye gideceğimizi o kadar unutmuşuz ki (bu arada turu satan acenteyi arayıp her sorduğumda 5 dakika sonra diyordu) etrafımızda dolaşıp duran ve oda numaramızı haykıran şoförü ancak 10 dakika sonra fark ediyoruz. Yani neredeyse 9 olurken araca biniyoruz ve marinaya doğru yola çıkıyoruz.


Marina adanın doğu yakasında. Yeni ve güzel bir marina. Ama o da ne Türk aileyle aynı teknedeyiz. Aman ne şahane. Bu arada tekne dediğim sürat teknesi; Phi Phi adalarına ya bunlarla gidiliyor ya da katamaranla, ama sürat teknesinin faydası daha fazla yer dolaşabilmeniz. Zaten o yüzden katamaranın iki katı fiyatında. Tekne rehberimiz Joyi (öyle tahmin ediyorum) bize neler yapacağımızı anlatıyor, ama akıcı İngirişçesinden sadece “and we take photo” dediğinde anlıyorum ve işi akışına bırakıyorum.


Yola çıkıyoruz, yaklaşık bir saatlik hoplama zıplama savrulmanın ardından ilk noktaya ulaşıyoruz. Yüksek kayalar, kayaların altını dalgalar oymuş, kayaların iç tarafında bir ölü deniz, bir sürü tekne… So what falan yani!


Oradan ayrılıp Maya Beach’e geçiyoruz. Yani Leonardo Di Caprio’nun 1999’da The Beach filmini çekmek için geldiği kumsala. Amma velakin insan kalabalığından ne deniz ne de kumsal görünüyor. Burada 30 dakika kalabileceğiz. O yüzden suya bir dalıp çıktıktan sonra plajın arkalarındaki yeşil patikalara dalıyorum. Bir ara tıpkı filmde Leonardo’nun yaptığı gibi atari karakterleri gibi koşup, parmağım marifetiyle etrafa ateş açmak, sonra bir ağacın dibine saklanmak geçiyor içimden. Ama düşünür düşünmez vazgeçiyorum; çok komik olur. Yani hareketten ziyade, henüz o kadar kilo vermedim, üstüm çıplak ve göbeğim sallanırken hiç de hoş bir Leonardo enstantanesi olmam. Hem Leonardo'dan ziyade (ve dahi Prada şort mayom nedeniyle) James Bond'un Budha şubesi gibi görünme ihtimalim de var. :P



Yine de hızlı adımlarla kumsala dönüyorum, o sırada Joyi düdük çalıyor, hemen suya bir kez daha dalıyorum ve tekneye çıkıyorum. O ara göz ucuyla dün gece tanıştığım Nicky’yi görüyorum; kız arkadaşıyla sanırım yeni inmişler kumsala. Hiç ilişmiyorum.

Bir sonraki durağımızda şnorkelle yüzeceğiz. Vardığımız nokta Bodrum Akvaryum gibi bir yer, ama bir şey diyeyim mi? Bizim akvaryumumuz daha güzel, daha bir envai çeşit. Şnorkeller teknede imza karşılığı dağıtılıyor. Biraz sırt haşladıktan sonra (çünkü 15 dakikalık iznimiz var) tekneye çıkıyoruz ve yine yola koyuluyoruz. Huh, ama yoğun bir program haaa!


 Öğle vakti olduğu için Phi Phi Don adasına varıyoruz. Andaman restoranda uyduruk açık büfeden yemeğimizi yiyoruz, biraz denize girelim diyoruz, ama deniz suyu havadan daha sıcak. Neyse fazla geçmeden tekrar yola çıkıyoruz.


Sonraki durağımız Monkey Beach. Küçücük bir kumsal, arka tarafı kayalık ve ağaçlık. Ortada birkaç maymun var ve herkes fotoğraf çekiyor. Bizler de ön cepheye varıp seyre başladığımızın daha ilk dakikasında maymunlardan ikisi gözümüzün önünde seks yapmaya karar veriyor, bir “halleluyah” çekip fotoğraf makinemi çıkarıyorum, ama heyhat seks kısa sürüyor. Teknedeyken maymunlara vermemiz için muz dağıtıyorlar, ben de elimdeki muzu verebileceğim bir maymun arıyorum, ama herkes o kadar çok muz atmış ki hayvanlara, aldıklarını bir ısırıp atıveriyorlar. Uzattığın halde almıyorlar. Sonra bir ara başımın üzerindeki dalda bir maymun olduğunu görüyorum, muzumu uzatıyorum ve sonunda maymunla ellerimiz birbirine değiyor. Ama maymunun hem bana hem de muzuma ilgisi kısa sürüyor; maymun iştahını şahsen deneyimlemiş oluyorum. Artık maymun iştahlılık yaptığımda karşımdakinin nasıl hissedebileceğini biliyorum. Halleluyah!



Yine düdük sesi. Yine tekne. Yine 40 dakikalık bir yol. Sıkıntıdan bayılmak üzereyiz. Patong Beach burnumuzda tütüyor. Uyukluyoruz. Ama o da ne Nok Khai adası diye bir yere geliyoruz. Adanın etrafını turlamak en fazla 10 dakika, o da kızgın kumlar yüzünden. Hani dört bir yanı kumsal olan adalardan biri bu. Ve 2 saat boyunca buradayız. Hemen şnorkellerimizi alıp demirlediğimiz yerin biraz ötesindeki sakin kayalıklara yöneliyoruz. Suya daha adım attığımızda, envai çeşit balık görüyoruz. Şnorkelle iki adım daha ilerlediğimizde su altı fotoğraf makinesi almadığıma hayıflanıyorum. Küçük büyük, albino kadar beyaz, kömür kadar kara, rio karnavalından fırlamışçasına renkli, mozaik desenli, zebra desenli, fosfor gibi parlayan… yüzlerce balıkla birlikte yüzüyoruz. Sırtımı da o sırada haşlıyorum zaten.



Diyeceğim o ki turun en güzel kısmı bu 2 saatlik dilim, gerisi zaten güzel ve yalnız ülkemde görmediğim şeyler değil. Hatta Khai adasındaki balıklarla yüzme deneyimini Bodrum ve Olympos’ta da yaşadım sayılır. Ama dediğim gibi, böyle bir tura katılacaksanız alıp alacağınız bu. Özellikle yeni evliler, sevgililer için birbirlerinin fotoğraf çekebilecekleri güzel mekânlar, hoş anlar için tercih edilebilir. James Bond adasına gitse miydik, diye içime oturuyor. Hatta belki de doğrudan bir scuba diving olayına girmeliydik. Ama para konusunda dikkatli olma aşamasına geldik. Çünkü her gece, bir önceki geceden daha fazla içiyoruz.

Neyse 40 dakikalık başka bir yolculuğun ardından yine marinaya dönüyoruz. Güneş bizi yemiş bitirmiş, halimiz dermanımız kalmamış, otele bırakılıyoruz, dinlenmeye çalışıyoruz. Çünkü Avusturalyalı arkadaşlarla Lair Lay Tong’da akşam yemeği yiyeceğiz. Ardından Patong Beach’te sevgililer günü partisi var. Öyle ya 14 Şubat. Gökyüzüne üzerinde kalp şekli olan, hatta kendisi doğrudan kalp şeklinde olan Dilek Balonları yükselip duruyor, gökte sarı ışıklardan ikinci bir yıldız tabakası yaratıyorlar. 


Kordonda sahil tarafına kurulan bar standlarından kovayla (evet, evet kovayla, sadece 250 Baht) içkilerimizi alıyoruz (benimki margaritaaaaaa J), beach party’nin önünde müziği dinlerken kumlara oturup sohbet ediyoruz. 



Bir ara Nicky’yi görüyorum; kız arkadaşıyla kavga etmişler, onu arıyormuş. E gündüz el ele dolaşıyorlardı, ama aşk bu, hele sevgililer gününün farklı oyunları olabiliyor insana, Nicky’nin kız arkadaşı da bütün parasını falan alıp ortadan kaybolmuş. “Merak etme” diyorum, “döner dolaşır yine seni bulur”. Nicky yüzünü ekşitiyor, biraz daha sohbet ettikten sonra yanımızdan ayrılıp party alanına gidiyor. Uzaktan kendisini dansa bırakışını seyrediyorum. Sonra gökyüzündeki dilek balonlarına bakıp herkesin sevgililer gününü kutluyorum içimden.


Dünden beri Pattaya’dayız. Burası bambaşka bir hikâye. Görüşürüz ;)

Yorumlar

  1. göbek şu bu diyosun da o tight-boxer mayoyu hesaba katmıyosun galiba.
    lol.

    YanıtlaSil
  2. hohoyt... speedo mu giyeydim? hem prada o bi kere :P

    YanıtlaSil

Yorum Gönder