MAZI: THIS COLD

Olympos
Olympos'ta Avusturyalı Thomas'la tanışmıştım plajda. Gidenler bilir, denize girenler tatlı suyla tuzlarından arınmak için hemen denizin dibindeki dereye girerler. Gireriz yani, hem de ne kadar soğuk olursa... İşte Thomas da denizden sonra dereye girip geri geldiğinde suyun nasıl olduğunu sormuştum, o da serçe parmağını gösterip "This cold!" demişti. Gülmüştük çok.

Bugün de P.'ye öğleden sonra esti, hadi macera, dedi. Bana kalsa evin terasında yeşile ve bilgisayara karşı pineklerim. Neyse ki uyumlu bir çocuğum da sesimi çıkarmadan peşine takıldım.

Bodrum yoluna çıktığımızda hala nereye gideceğimiz belli değildi. P. birden "Mazı" dedi.

Dün akşam A. ve Ö.'ye bedava akşam yemeğine gitmiştik. Mindos kapısı civarında nefis bir evde oturuyorlar. Evin nefaseti tabii ki A.'nın ahşap, kırmızı ve krem rengi ihtirasından, bir de her bulduğu boşluğu çiçeklerle süslemesinden kaynaklanıyor. E bedava dediysek, yemek o kadar da bedavaya gelmedi, çünkü yıllar sonra bahçedeki erik ağacından erik toplamam istendi. Alttaki dallar temizlenmiş tabii, ama bu cüsseyle incecik erik ağacının daha tepelerine çıkmam gerekiyordu. Ama ben cengaver biri olduğum için cüsseme filan bakmadan ağaca tırmandım.


Çocukluğumda zeytin ağaçlarının tepesinden inmezdim. Bir efsanedir hala. Niyeyse o ağacın tepesine tırmanmak bana acayip bir zevk verirdi. Tabii show off müessesesi adıyla sanıyla bilinmese de o günlerde de bünyede yer etmiş olabilir.

Neyse, "neredeyse" ağacın en tepesine çıkıp kalan can erikleri topladım ve bu sefer nasıl ineceğimi hesaplamaya başladım. Tuhaftır, yine çocukken inşaatların 3. katından aşağıdaki kum yığınına gözü kapalı atlardık. Terasların en ucunda yürümek benim için tam bir adrenalin yüklemesiydi. Ama yapabiliyor muydum? Kaçar mı? Ağaç de, ben tepesine tüneyeyim. Bir keresinde de A. anahtarını evde unutmuştu, şimdi bile inanamadığım bir şekilde 4. katta küçük bir pencere aralığından girip kapıyı açmıştım... Hey gidi günler :)))

Sonunda A.'nın nefis makarnası, siparişim üzerine hazırlanan köfteleri, tatlı soğanlı nefis salatayı rakı eşliğinde götürerek yemeğimizi erik toplama karşılığında hak etmiş olduk. Özlemişim ağaca tırmanmayı onca duvara tırmandıktan sonra :)))

Velhasılı kelam P. "Mazı" dedikten sonra yola koyulduk. Asıl derdimiz güneş hala ısıtırken denize girmek, mümkünse biraz güneşlenmek. Bodrum yolundan Mazı'ya gitmek 45 dakika, aklınızda bulunsun. 2006 yılında hektarlarca ormanlık alanın yandığı bölge burası. Yine yeşillenmiş, ama bazı yerler hala çorak. Üstelik P.nin muhteşem şoförlüğüyle dağları aşarak gittiğimiz yol, "niyeyse" güzelce asfaltlanmış. Planlar büyük olsa gerek.


Yukarı ve Aşağı Mazı köylerini, yolumuzu kesen inekler ve öküzleri atlatarak geçtikten sonra Sahile indik. Ama iyi ki inmişiz; kimsecikler yok, su dupduru, nefis kokular her yeri sarmış...



****
İhtiyati ara:
Şu anda teras karanlık. Sadece bilgisayarın ışığı var, ama yine de ateş böcekleri etrafımızda dolaşıyor...

****

Sahil restorandaki hanım çok şeker. Bize yemekleri sayıyor, börülce deyince üstüne atlıyorum, köfte istiyorum, yanında salata, bir de sarımsak istiyorum, canım çekiyor, bir de ayran. Deniz hafiften dalgalı, sahil hafiften rüzgarlı, ama öyle bir manzara ki insanın içi çekiliyor. Kimsenin olmaması etkiyi daha da abartıyor. Yemeklerle birlikte taze sarımsak geliyor, kendimden geçiyorum. 


P. acıkmış, neredeyse yutuyor gelenleri. Ben belki biraz da konuşmaktan geri kalıyorum ondan. Sürekli konuşmak, defalarca nefis demek, aklıma gelenleri sıralamak sanki bir zorunluluk ama kendimi tutamıyorum.


Bir ara yine balık sezgilerim azıyor, kova küstahlığım kabarıyor, P.'yi dinlemediğim bir an oluyor, ama kendimi tutuyorum. Yaşadığımız her şey bir şey öğretiyor bize. Her yaşadığımızla törpüleniyoruz; demek benim de hala törpülenecek yerlerim var. Kanırta kanırta, kalbim çırpına çırpına köreltiyorum kendimi acımadan. Dur bakalım, diyorum. Dur bakalım.


Yemekten sonra bir anda deniz çağırıyor. Rüzgar giysilerimi uçurmasın diye şezlong minderinin altına sıkıştırıyorum. Adımımı atıyorum suya, buz gibi, buz kesiyor. Ama niyetliyim, alıştıra alıştıra ilerliyorum suda, sonra üzerime dev bir dalga gelirken birden ayağım taşta kayıyor ve suya dalıyorum. Su her yerimi çiziyor, her bir hareketini hissediyorum suyun, ama bir yandan da kendime geliyorum, hayatta olduğumu hissediyorum, çığlıklar atıyorum, çocuklar gibiyim. 

P. sahilde katıla katıla gülüyor halime.

****

Dönüş yolunda kaç gündür sıkışan kalbimin bir nebze olsun "this cold" kıvamına geldiğini hissediyorum. P.'yle şarkılar söyleyerek evimize dönüyoruz. Bir ara başak tarlasının üzerinde güneşi görüyorum, dur diyorum, duruyoruz, iniyoruz ve fotoğraf çekiyorum. Fotoğrafı çekerken de çaktırmadan son bir kez içime çekiyorum bütün kokuları... Canım rakı çekiyor.

Yorumlar