KURGU DÜNYALAR VE OYUNLAR: GAME OF THRONES

Blöfçü açılışı meşhur Fransız düşünür Michel Foucault'dan yapayım: "Oyun ancak sonunda ne olacağını bilmiyorsak oynamaya değer... Evrensel mantık bağlamları insanların gerçek düşünüş biçimlerini gereğince çözümleyemez."

Yüzüklerin Efendisi (Lord of the Rings) daha masalsı, ama karanlık hikayesiyle entrikaya pek girmez, hikayenin neredeyse tek stratejik düşünen adamı Gandalf'tır. Oysa Taht Oyunları'nı (Game of Thrones) belki de cazip kılan şeylerin en başında işin içindeki oyun (entrika) nüvesidir. Yaz başında çevirdiğim Gölgelerin Yolu (The Way of Shadows) tıpkı GoT gibi kurgu bir harita üzerindeki topraklarda geçiyordu; romanın en belirgin silahı da entrikalardı.


Kurgu dünya ve haritalar üzerinde geçen romanların kabataslak şöyle bir formülü var: Çağlar öncesi (ve belki de ötesi bir zaman dilimi; iyiler, kötüler ve taraf seçmek zorunda kalan erdemsizler; güçlü aileler, derebeylikler, kontluklar, dükalıklar, saray soyluları, soyu sürdürmesi beklenen veliahtlar, devredilecek unvanlar, itaat ve kahramanlık arasında gidip gelen aile üyeleri; kraliyet topraklarına yaklaşmakta olan büyük bir savaş, yıkım, felaket; beceriksiz ya da çıldırmış bir kralın ardından (görmeyiz bile, sadece hikayesini dinleriz) tahtın türlü ittifak ve müttefiklerce binbir entrikanın ardından ele geçirilmesi; mutlaka ve mutlaka büyücüler, şifacılar ve kahinler (hatta rüyalar); hem ülkenin hem de ailenin onuru için adil olma yolunda hayatlarını ortaya koyanlar, bencil amaçları uğrunda satanlar, satılanlar; fahişeler, dilenciler, mamalar, genelevler, çocuklar, bir sürü bir sürü bir sürü yan karakter...

Aslında hepsi analoji: alt metinleri okuduğumuzda anlatılan hikaye bizden çağlarca uzak görünse bile hayatlarımızla doğrudan ilişkilidir. Sonuçta hepimiz erdemli olmak ya da olmamak üzere kararlarımızı belirleriz; ve hep erdemli ya da erdemsiz olmak gibi bir derdimiz de yoktur. Gün gelir (belki de sadece öyle hissettiğimiz için) en olmayacak tarafta taraf oluruz, gün gelir (erdemli olmayı düşünmeksizin, sırf havamızda olduğumuz için) doğrudan yana oluruz. Hatta bazen öyleymiş gibi görünmek bir sonraki hamlenin öncülü olur.

Evet, oyun oynamayı hayatımızın her alanında seviyoruz. Çünkü sistemin kurgusu bu... Çok çalışarak bir yerlere gelmek bir seçim olabilir, ama dalkavukluk ya da bir takım ayak oyunları da bizi yukarılara taşıyabilir. Sadece çocuk sahibi olmak için evlenebiliriz, ailemize hoş görünmek için "hoş görünebiliriz". İşimiz düştüyse hiç çekinmeden birilerine yakın durabilir, işimiz bittiğinde ortadan yok olabiliriz. Ya da zora geldiğimizde (bazen de sadece zevk olsun diye) topu başkalarına atabiliriz. Anlayacağınız işin ucunda illa bir ödül ya da amaç olmayabilir; oyun olsun diye oyunlar oynayabiliriz. Erdemsiz gibi davranmak hoşumuza gitse de yine kendi zevkimiz için içten içe erdemli olabiliriz ya da sahte bir erdemlilik paravanı ardında çevirdiğimiz işlerden sonsuz zevk alabiliriz.

Daha önce bu tür edebiyata pek fazla ilgi göstermezdim; düşünsenize RPG (role playing game) diye bir oyun janrı var, dünya üzerinde milyonlarca hayranları var, kurgu dünyaları anlatan romanlar, filmler, bilgisayar oyunları! peynir ekmek gibi satıyor. Bahsettiğim çeviriyi yaparken (her ne kadar zorlansam da) hikaye örgüsündeki sağlamlığa, oynanan oyunların zekasına, karakter (ve karaktersizlik) çeşitliliğine hayran kaldım. O yüzden de GoT ilgimi çekti.

Bu kadar laf kalabalığından sonra şunu söylemek istiyorum; hayatlarımız belki de farkında olmadığımız, ancak dışarıdan baktığımızda oyun olduğunu anlayabileceğimiz oyunlarla dolu. Hayır, oyun oynamakta hiçbir sakınca yok, oyun oynamak güzeldir, hatta Foucault'nun da dediği gibi sonunu bilmiyorsak oyun tadından yenmez, heyecan verir, yaşamı renklendirir. Ama hemen not düşmek gerekiyor: düşünce biçimlerimizi ancak neyi neden yaptığımızın farkında olmak çözebilir.


Gelelim diziye. Son zamanlarda seyrettiğim en sağlam kurgulardan biri. Beni en çok etkileyen de hikayedeki her karakterin ne yaptığını bilerek hareket etmesi. Herkesin bir amacı var, ama öte yandan herkes kendini öyle kolay kolay açık etmiyor. Daha ilk karesinden nefret edeceğiniz tipler de var ki oyuncu seçimine bayıldım; başta sevmeseniz de sonra sonra sevmeye başlayacağınız tipler de var. Diziyi seyrettikten sonra Sibel Alaş çevirisiyle çıkan kitabı da okumaya karar verdim. Muhtemelen janrın formülü gereği karakterlerin derinliklerine ilk kitapta ulaşmak mümkün değildir; çünkü seri halinde yazıldıklarından (en az üçleme) bu süreç diğer eserlere yayılıyor. Yine de diziye (ya da başka eserler söz konusu olduğunda filmlere) sığdırılamayan küçük ayrıntıları yakalamayı seviyorum; kendimi herkesten daha fazla biliyormuş gibi hissediyorum. Bu da benim küçük oyunum işte. N'aparsınız! :)))

İsveç Korsan Partisini uzaktan bile olsa destekleyen benceğiz, ilk sezonu tabii ki korsan DVD'den izledim, ama erdemli olmayı tercih ederseniz dizi cnbc-e'de yayınlanıyor: GoT sayfası ;)






Yorumlar

  1. bu sezon ilgimi çeken dizilerin başında geliyor; bir gün oturup tüm sezonu izlemeli. kurt ve vampirlerle ilgili de olayın artık suyunu çıkartmaya başladılar sanırım, neyseki bunda öyle birşey yok?

    YanıtlaSil
  2. zombies are the new vampires ;)

    YanıtlaSil
  3. İnsan bu diziyi seyrettikten sonra zamanında onca saçma diziyi nasıl olup da seyrettiğine şaşıyor resmen.

    YanıtlaSil
  4. aaaa true blood'a laf ettirmem :)))

    YanıtlaSil

Yorum Gönder