CHIANG MAI: SENİ ÖZLEYECEĞİM, BANA ÇOK İYİ DAVRANDIN

Bazen Google Glass benzeri bir zamazingonun yokluğunu fazlasıyla hissediyorum. Hatta bu tür zamazingolarla bile bazı anları yakalamak mümkün değil sanırım. Öyle anlar ki ancak insanın beynine işliyor. İşte sabahın altısında Chiang Mai otogarına indiğim anda, kim bilir belki de yeni doğan güneşin büyülü ışığınında etkisiyle, gördüğüm minik detayları belgelemek istedim.

Otogardan şehir merkezine tuktukla 80 bahta gidilebildiğini okumuştum; tuktukçu 120 baht deyince biraz da naz olsun diye sırtımı döndüm ve yürümeye başladım. Arkamdan seslenen olmayınca da yürümeye devam ettim. Zaten iki adım sonra ana caddeye ulaşılıyor.




Chiang Mai'da hayat yeni başlıyordu. Düzenli ve temiz bir şehir. Çocuklar ve gençler gruplar halinde servisten inip okul görevlisinin denetiminde caddenin karşısına geçiyor, güneş binaların arasından altın rengi ışığını gösteriyor, araya duvarlarda sürpriz grafitiler giriyor, derken küçük bir çayın üzerindeki süslü köprü karşıma çıkıveriyor... Hepsini hepsini fotoğraflamak istiyordum, ama sırtımdaki yükle biraz da üşeniyordum doğrusu. İşte yakaladığım anlardan biri aşağıda...

Dükkan sahibi kadın, Budist rahibin önünde diz çökmüş, birlikte dua ediyorlar. 
Ama kaşla göz arasında öyle bir şeyle karşılaştım ki en çok bunu fotoğraflayamadığıma üzülüyorum. Gözünüzde canlandırmaya çalışacağım: Geniş bir bahçe kapısı düşünün, geniş bir bahçeye açılıyor, bahçenin gerisinde terk edilmiş gibi görünen yayvan bir yapı var, belki bir ambar, belki bir ev, kestiremiyorum. Bahçenin sağ tarafında ulu bir ağaç gözüme çarpıyor, sonra gözüm sola kayınca biraz ileride ellerini arkada bağlamış, ünlem gibi duran yaşlı bir adamı fark ediyorum. Güneş arkadan vuruyor, adam hiç hareket etmeden caddeyi seyrediyor ve sigarasının dumanı başının hemen yanıbaşında öylece asılı kalmış. Hiçbir hareket yok, sadece güneş, bahçe ve yapı var. Olduğunca durağan, ama aynı zamanda müthiş canlı. Neredeyse bir tablo. Müthiş bir manzaraydı.



Yürüye yürüye şehrin tam ortasında yer alan eski Chiang Mai'a vardım. Eski şehir kuşbakışıyla tam bir kare. Dört bir yanı su hendekleriyle kaplı ve yine dört bir yanında büyük girişler var. Muhtemelen bir zamanlar surlar da vardı, çünkü özellikle kapıların iki yanında hala surların izleri görülebiliyor. Sabah ışığı o kadar enfes ki hendekteki fıskiyelerin her birinde gökkuşakları dansediyor.




Eski şehrin üç yanını gezip 3. geçitten içeri daldım. Artık bir otel bulmanın zamanı gelmişti, eh hava ısınıp sabah serinliği kaybolurken yüküm de iyice ağırlaşmıştı. Booking'den bulduğum birkaç otele uğradım; kimi resimlerdeki kadar güzel değildi, kimi çok pahalıydı. Acele etmedim, doğum günü haftam olduğu için gönlümün ısınacağı bir otel bulmaya kararlıydım. Hem otellere girip çıkmak, resepsiyonda gülücükler saçan görevlilerle konuşmak zevkliydi. Farkına bile varmadan geçen 3 saatin sonunda girdiğim bir caddedeki otele anında ısındım. İçeri girdim, resepsiyondaki Toni ile tanıştım, fiyat sordum, 75 dolar dedi, odanın fotoğrafını görmek istedim, gösterdi. Ve o saniye doğru yerde olduğumu anladım.

Odamdaki balkondan günbatımı


Gündüzleri işimi de aksatmadım ;)



Otelin adı Villa Duang Champa. Bıraksalar ya da şansım olsa, hayatımın geri kalanını bu otelde, o nefis odada geçiririm; o kadar güzel, o kadar temiz, o kadar şık, o kadar aşık olunası bir otel yani. Üstelik de eski Chiang Mai karesinin tam göbeğinde değil miymiş?

Doğum günümde 3 Kral anıtının hemen yanındaki La Mango'da doğum günü pastası niyetine yeşil çaylı dondurma ısmarladım. Yanında kızarmış kırmızı fasulyesi, pudingi ve kahvesiyle tam bir "treat" oldu.


Bilmiyorum, belki kutlu doğum haftası nedeniyleydi, ama Chiang Mai insanın şımarmadan kendini şımartması için her tür olanağı sunuyor. Otelin hemen dibindeki en büyük tapınak sistemi Wat Chedi Luang'da etrafa bakınıp fotoğraf çekmek yerine (ya da fotoğrafları çektikten sonra) oturup hürmet sunarken, kendinizi dinlemek için vakit geçirmek istiyorsunuz. Sonra yeni tanıştığınız arkadaşlarınızla buluşmak için beklerken, yakındaki bir tapınağa girdiğinizde, mantra okuyan bir adamın ardında oturuyorsunuz, derken hop, kucağınıza bir kedi çıkıveriyor, hamur gibi kucağınıza yayılıyor. Ardından sokaktaki yemek tezgahlarında alüminyum bir tencerede fokurdayan iğrenç görünümlü bir balık çorbasına şans veriyorsunuz, yemek bir ziyafete dönüşüveriyor.







Bütün yaşadıklarımı ya da artık sadece beynimin bir köşesinde kalanları fotoğraflamaya kalksam şehri yaşayamayacaktım. Dahası yeni yaşımda bana haddinden fazla iyi davranan bu şehri, kameranın ardından yaşamak büyük saygısızlık olurdu. Her anının tadını çıkardım, müthiş arkadaşlarla tanıştım, cangıllarda yürüyüşe çıktım, her akşam farklı bir noktada yeni tatlar denedim, küveti doldurup her akşam mis kokulara gömüldüm, tapınaklarda budist rahiplerin ayinine denk geldim, oturdum onları dinledim, akşamları güneş güzel battı, sabahları güzel doğdu, gündüzleri sıcak yormadı, akşamları hemen serinleyiveerdi. Chiang Mai, her anımı çok özel kıldı. Ben de hürmette eksiklik etmedim.

Bir dahaki uzakdoğu seferimde, Thailand'ın kalbi olarak anılmayı sonuna kadar hak eden ve hemen herkesin gülücükler saçtığı Chiang Mai kesinlikle daha uzun zaman geçirilecek bir şehir olarak hafızama kaydoldu. Tıpkı Siem Reap gibi...

Not: Bir sonraki yazımda, bahsettiğim cangıl yürüyüşünü anlatacağım. Şimdilik teaserla idare edin :)


Yorumlar