NAULINS BLUES ya da KOSKOCA BİR YALNIZLIK HİSSİ



THEN...


New Orleans (bundan sonra Naulins) sıcak memleket. Daha uçaktan iner inmez bir hamam sıcağı adamı pataklayıveriyor. Neyse ki insanları da sıcak... Naulins insanı, şehre iner inmez kendini gösteriyor. Her şeyden önce koyvermişlik derecesinde bir akışkanlıkla hareket ediyorlar. Belki de müzik her yerde olduğu içindir; belki müzik vücut dillerine sindiği için sokakta yürürken bile balık gibi süzülüyorlardır. Ya da belki sıcağa uyum sağlamak için böyle tatlı bir rahatlıkla yürüyorlardır. Belki bu yüzden şehre Big Easy diyorlardır. Sıcak demiş miydim?



Dauphine Orleans oteli, meşhur Bourbon Street'in hemen arka paraleli. French Quarter'da. Amerika'nın hemen her yerinde olduğu gibi burası da bloklardan oluşuyor ve düzayak. Mississippi'nin kıvrıldığı yer olduğu için bir de Crescent City (Hilal Şehir) demişler buraya. Oteli tavsiye ederim. Kaldığım 209 nolu oda, içinde oturma grubu olduğu halde at koşturabileceğim kadar büyük bir odaydı. Kahvaltı da veriyorlar ve Bourbon Street'in hemen dibinde olduğu halde sessiz sakin.


Sıcaktı, güleryüzlü insanlardı, Bourbon Street'ti, müzikti nehir kenarıydı falan derken Naulins'in insanı sarhoş eden bir güzelliği var. Bütün o vampir, vudu, cadı etiketlerinin dışında sihirli ve fazlasıyla bulaşıcı bir güzellik bu. Fakat sonra Naulins, bir bataklık gibi insanı aşağı çekmeye başlıyor. Ruhen dibe batmaya başlıyorsun. Üstelik bataklık turuna çıkmana bile gerek yok... (Naulins her sene 27 mm batıyor). Mesela Bourbon Street'te yürümeye başlıyorsun, her yer hengame, herkesin kafa iyi, aşağıdan balkonlara laf atmalar, balkonlardan aşağı boncuk atmalar falan... Ama 3 blok sonra sanki o hengame hiç olmamış gibi birden cadde ürkütücü bir şekilde tenhalaşıveriyor. O kadar bir tenhalık ki köşeden çıkacak bir vampiri beklemeye başlıyorsun.





Bu fotoğraflar gündüz vakti, şehrin en hareketli bölümü sayılan French Quarter'a çok yakın yerlerde çekildi. Sıcaktan mı diyorsun, ama akşamüstü ya da akşamları da bu kadar boş. Mezarlığın boş olmasını anlarım da koskoca AVM kapanmış, otoparkı bile kullanılmıyor (ki Amerika'da araba park edecek yer bulmak bayağı bir mesele). Koskoca parkta insanla karşılaşınca sevindirik oluyorsun mesela. Çoğacayip! 
Katrina'nın üstünden 10 yıl geçmiş. Anladığım kadarıyla şehir hala toparlanmaya çalışıyor. Şehrin en cafcaflı yeri French Quarter'da bile o güzelim evler ya kiralık ya satılık. Üstünde herhangi bir tabela olmayan evlerin de kapı pencereleri sımsıkı kapatılmış, muhtemelen tabela asılmayı bekliyor. Bu tabelalar aslında biraz da şehri hüzünlendiren. Hayat dolu olmasını beklediğin bir sürü yerde koskoca bir yalnızlık, acayip bir terk edilmişlik hissi var. Müthiş bir tezat. Ve insanı bir bataklık gibi aşağı çeken işte bu duygu!

Mini anekdot: Garden District'te yürürken elektrik direğine tırmanıp tel üzerinden ağaca giden sincapla eğlenirken, bir kadın "Sincapları seyrederek eğlenen insan görmek ne güzel!" diye yanıma yanaştı. "Eğlenmeyi bilmek lazım," diye cevap verdiğimde kaldırım sohbetine giriştik. "Buralı mısınız?" diye sorduğumda, "Dünyalıyım," dedi. İstanbullu olduğumuzu öğrenince de "Aaaa geçen ay İstanbul'daydım," deyip cep telefonundan konser videoları göstermeye başladı. Üstüne bir de "Ben Joan Baez'im," demesin mi? Yani tabii ki övgüler yağdırmaya başladık, fakat o olduğundan da emin olamıyoruz bir türlü. Anlattığına göre Katrina'dan sonra 3 aile için evler almış, onları görmeye gidiyormuş. Neyse Joan Baez değilse bile fotodaki kadın nezdinde meşhur şarkıcıyla tanışmış varsayıyorum kendimi :) 
 
Anne Rice'ın evi
Naulins'te en sevdiğim yerlerden biri Garden District oldu. Anne Rice'ın evi de burada. Hani şu Vampirle Görüşme'nin meşhur yazarı. Ama onun dışında Magazine Street, nefis restoranlar ve dükkanlarla dolu. Adeta bir hipster bölgesi. Bu kadar çok hipster insanı bir arada görmemiştim. Evet, evet, Karaköy'dekinden bile daha çok hipster :)

Kilisenin hemen ardındaki parkın etrafında tarot falcıları tezgah açıyor. Üçü de siyah kadınlardan oluşan grubun masasına oturdum. En genç olanına açtırdılar kağıtları; ama cingöz kartları kararken bana rüyalarımı falan soruyor, benden bilgi almaya çalışıyor. Tabii ki ser verip sır vermedim. Belki de atmasyon bile olsa bir şeyler söylemeliydim, ama domuzluğum tutunca sıkı tutuyor. Haliyle fal da fazlasıyla yavan kaldı. Çıkan sonuç özetle şu; evren bana yola devam etmemi söylüyor! Ben de öyle yapıyorum. Gerçi ta oralara kadar gitmişken bir vampir ısırığı alaydım çok daha tatlı olacaktı, olmadı. Başka sefere artık :)

Naulins, sokakta duvar dibinde duran insanlar şehri. Öylece duruyorlar. 

hamiş: Fotoğraflar için instagram: mehter , yediklerimiz, içtiklerimiz, gördüklerimiz için twitter: mehterr 


Yorumlar